İyi ve kötü kavramları, insan hayatı ve düşüncesi için temel unsurlar olup, ahlaki kararlarımızı, eylemlerimizi ve hatta yasalarımızı etkiler. Ancak, bu kavramların varlığı—gerçekten evrensel olarak var olan objektif bir gerçeklik mi oldukları, yoksa sadece insana özgü yapılar mı oldukları—yüzyıllardır filozoflar, din adamları ve düşünürler tarafından tartışılmıştır. İyi ve kötü kavramları, objektif olarak mı var olur, yoksa kültürel, toplumsal veya kişisel bakış açılarına göre şekillenir mi? Bu keşifte, her iki bakış açısını da inceleyeceğiz ve bu tartışmanın sonuçlarını ele alacağız.
Felsefede tartışılan bir bakış açısı, iyi ve kötü kavramlarının objektif gerçeklikler olarak var olduğudur. Bu bakış açısına göre, ahlaki doğrular, insan görüşlerine veya kültürel farklılıklara bağımsızdır. Bu doğrular evrenseldir ve bireysel tercihler, inançlar veya toplumsal normlar ne olursa olsun geçerlidir.
Immanuel Kant, evrensel bir ahlaki yasayı savunan önemli bir filozoftur. Kant’a göre, bazı eylemler—örneğin doğruyu söylemek veya başkalarına saygı göstermek—doğal olarak iyi kabul edilirken, yalan söylemek veya zarar vermek gibi eylemler doğal olarak kötü kabul edilir. Kant’ın kategorik imperatif adlı ilkesi, bireylerin, herkes tarafından evrensel olarak uygulanabilecek kurallara göre hareket etmeleri gerektiğini savunur, böylece moralite objektif hale gelir.
Benzer şekilde, antik Yunan filozoflarından Aristoteles, insanın en yüksek amacı olan eudaimonia (genellikle “iyi yaşam” veya “mutluluk” olarak çevrilir) için objektif erdemler olduğunu savunur. Aristoteles, cesaret, dürüstlük ve cömertlik gibi erdemlerin iyi bir yaşamın temel taşları olduğunu ve bunların karşıtı olan korkaklık, sahtekarlık ve açgözlülüğün ise kötü olduğunu belirtir, çünkü bunlar insanın gelişimine engel olur.
Bu anlamda iyi ve kötü, sadece insan görüşleri değil, gerçekliğin dokusuna yerleşmiş evrensel ilkeler olarak kabul edilir. Bu görüş, belirli ahlaki ilkelerin evrensel olarak doğru olduğunu ve kişisel inançlardan veya kültürel farklardan bağımsız olarak geçerli olduğunu öne sürer.
Diğer yandan, bazı filozoflar iyi ve kötü kavramlarının öznel olduğunu ve kültürden kültüre veya hatta kişiden kişiye değişebileceğini savunurlar. Bu görüş, ahlaki görecelilik olarak bilinir. Görecilere göre, ahlaki değerler mutlak değildir; toplumsal normlar, gelenekler ve bireysel deneyimler tarafından şekillenir.
Örneğin, çok eşlilik veya idam cezası gibi uygulamalar, bazı kültürlerde ahlaki olarak kabul edilebilir veya hatta gerekli görülebilirken, diğer kültürlerde ahlaki olarak etik dışı veya insan hakları ihlali olarak görülebilir. Bu anlamda, iyi veya kötü olarak değerlendirilen eylemler evrensel değil, eylemin gerçekleştiği bağlama bağlıdır. Kültürel görecelilik, her toplumun normlarının ve değerlerinin o toplumun bağlamı içinde geçerli olduğunu savunur, bu nedenle tek bir ahlaki standart tanımlamak imkansızdır.
Filozoflardan Friedrich Nietzsche, evrensel ahlak anlayışını sorgulamış ve iyi ve kötü kavramlarının, genellikle egemen güç yapılarını desteklemek amacıyla insan tarafından icat edilen kavramlar olduğunu öne sürmüştür. Nietzsche, moral değerlerin insan ihtiyacı ve perspektifinden kaynaklandığını, bu nedenle iyi ve kötü kavramlarının aslında toplumsal olarak inşa edilmiş kategoriler olabileceğini savunur.
İyi ve kötü kavramları tartışılırken bir diğer önemli mesele, özgür iradenin rolüdür. Bazı düşünürler, ahlaki değerlerin bireylerin seçim yapma ve iradelerini kullanma yeteneklerinden doğduğunu savunurlar. Bu bakış açısına göre, ahlaki yargılar, kişisel deneyim ve kişisel sorumluluk temelinde şekillenir. Yaptığımız seçimler, iyi ve kötü kavramlarını anlama şeklimizi belirler. Örneğin, ihanet deneyimi yaşayan birisi, kötü olarak gördüğü şeyin yalan söylemek olduğunu düşündüğü halde, başkalarına karşı nazik ve dürüst davranmak, o kişinin gözünde iyi bir eylem olabilir.
Bu öznel anlayış, varoluşçuluk düşünürleri gibi Jean-Paul Sartre’ın görüşlerine de benzer. Sartre’a göre, bireyler kendi değerlerini yaratmalıdır ve evrende doğal bir ahlaki düzen yoktur. Bu da demek oluyor ki, iyi ve kötü kavramları, insanın kendine özgü deneyimlerine ve özgür iradesine dayanır.
Derinlemesine bir felsefi soru, iyi ve kötü kavramlarının bir arada var olup var olamayacağıdır. Bazı düşünürler, her ikisinin de ahlaki evrende işlevsel olması gerektiğini savunurlar. Kötü—acı, adaletsizlik veya kötülük—iyinin değerini vurgulamak için bir karşıtlık işlevi görebilir. Eğer kötü olmasaydı, iyiyi nasıl tanıyabilirdik?
Birçok dini gelenek de bu ikiliği tartışır. Örneğin, Hristiyan teolojisi, özgür iradenin, insanların iyi ve kötü arasında seçim yapmalarına olanak tanıdığını ve bu seçimler aracılığıyla kişinin karakterinin ve ahlakının şekillendiğini savunur. Aynı şekilde, Doğu felsefeleri olan Taoizmde de, yin ve yang kavramları, doğal dünyadaki zıtlıkların birbirini dengelemesinin gerekliliğini temsil eder.
Bazı çağdaş filozoflar, objektif ve öznel ahlak arasında net bir ayrım olmadığını öne sürmüşlerdir. Ahlaki objektivizm, evrensel insan hakları, adalet ve eşitlik için sağlam bir temel sağlarken, aynı zamanda bireylerin ve kültürlerin iyi ve kötü kavramlarını farklı şekilde yorumlayabileceklerini kabul eder. Bu, kavramların doğasında esneklik olduğuna dair bir anlayışı doğurur; zamanla değişen toplumlardaki farklı bakış açılarına göre evrimleşebilir.
İyi ve kötü kavramlarının gerçekten var olup olmadığı, ve eğer varlarsa, bunların objektif mi yoksa öznel mi olduğu sorusu, felsefenin en temel ve uzun süredir tartışılan sorularından biridir. Objektif moralite, evrensel bir standart sunarken, öznel moralite insan deneyiminin çeşitliliğini ve kültürel yorumları vurgular. Görülen o ki, iyi ve kötü kavramları, dünyada nasıl yaşadığımızı, kararlarımızı nasıl verdiğimizi ve birbirimizle nasıl ilişki kurduğumuzu şekillendirir. Bu kavramlar, evrensel mi yoksa göreli mi olursa olsun, insan toplumlarında önemli bir ahlaki çerçeve sunar.
Sonuç olarak, iyi ve kötü kavramlarının evrensel bir gerçeği olup olmadığı sorusu kesin bir yanıt almasa da, bireyler, toplumlar ve kültürler olarak bizler, seçimlerimizde anlam aramaya devam ediyoruz ve bu anlamda iyiyi bulmaya, kötüyü ise kaçınmaya çalışıyoruz.
Yazar: Rüzgar Kaçmaz
Düzenleyen: Rüzgar Kaçmaz